Ülkemizde son
yıllarda sayı ve hizmet anlamında artan insani yardım kuruluşları sadece İslam ülkelerinde
değil bütün dünyada ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşuyorlar.
Ancak dünyanın dört tarafında yapılan bu hizmetlerin sadece balık
ikram etme anlayışında kalmayıp, bu insanlara aynı zamanda balık tutma ortamının
sağlanmasını gerektiriyor.
Bu da bu yardım kuruluşlarının birer sivil toplum kuruluşu
olarak hizmetlerine yeni bir boyut kazandırmaları ile olabilir.
Yapılan insani yardımlar, tabii afetlerin olduğu ülke ve
bölgeler hariç tutarsak, özellikle bazı ülkelerde yaşanan terör, iç çatışma ve
savaşlar neticesinde mağdur olan insanların en temel ihtiyaçlarını karşılamak gibi
hayati bir ihtiyacı karşılıyor.
Terörden iç çatışma ve savaşlardan tükenme noktasına gelmiş bu
ülkeler için birer barış süreci veya çözüm süreci türünden bir hizmetin
başlatılması bu ülkelerin acil ihtiyacı.
Bu da taraflar arasında bir diyalog yolu açılarak yapılabilir.
Özellikle çatışmaların yaşandığı İslam ülkelerinin çoğunda
değişik isimler altında faaliyet gösteren yasa dışı öğütler var.
Bu örgütler sözde meşru ya da gayrı meşru olan hedeflerine
çatışmalarla ulaşmak istiyorlar. Ve bu uzun yıllardır devam ediyor.
Ne var ki bu yolla amaçlarına ulaşmaları mümkün görünmüyor. Çünkü
senaryo bu şekilde yazılmış…
Bu durum bu ülkelerin her alanda kayba uğramasına yol açıyor;
başta insan olmak üzere; gelişme, kalkınma benzeri alanlarda kayıplar meydana
geliyor.
Büyük ölçüde göçlere yol açıyor.
Bu göçlerin birçoğu ölümle nihayet buluyor.
İnsanlar çeşitli şekilde kandırılarak sonu belli olmayan bir
amaç uğruna heba ediliyor.
Dünya çapında büyük bir insanlık dramı yaşanıyorken emperyalist
güçler bunlara yenilerini ekleme peşinde…
Bugün İslam ülkelerinin çoğunda birer ayrılıkçı terör örgütü
bulunuyor. Bu bir tesadüf mü?
Özellikle Afganistan ve Pakistan’da Taliban denilen örgüt açıkça
ülkesine değil de tamamen başkalarına hizmet ediyor. Terör örgütleri ülkede
yıllardır zor kullanarak sözde tasarladıkları şekilde ülkede bir yönetim kurmak
istiyor.
Demokratik dünya düzeninde bunu silahlı çatışmalarla yapması da mümkün
değil. Ona verilen görev kendi alanında başarıya ulaşmak değil, ülkesini
sürekli kaos ortamında tutarak ülkeyi her geçen gün her bakımdan geriye
götürmek. Neticesinde kan ve gözyaşı ve yozlaşmış, kendi değerlerinden kopmuş
başkalarına hizmet eder bir hale getirmek.
Bunun arkasındaki güçler bunu çok iyi biliyor ve bu zulüm
düzeninin sürmesini istiyor.
Irak’ta ABD işgalinin arkasından getirilen düzen ise tamamen bir
kargaşa ve terör düzeni, günlük patlamalarla onlarca kişi hayatını yitiriyor.
Irak yönetimin yetersizliği kısa dünya görüşü bu olaylara ortam hazırlıyor. Hizbullah,
Taliban ve El kaide denilen örgütlerin ve yine Afrika’da bazı Müslüman ülkelerde
bulunan ayrılıkçı terör örgütlerinin hepsinin İslam ülkelerinde faaliyet
göstermelerine tesadüf demek mümkün değil.
Bu örgütlerin asıl amacı İslam ülkelerini kan ve gözyaşına
boğmak. Parçalamak ve her bakımdan zayıflatmaktan başka bir amaç taşımıyor.
Suriye yönetimi, bizzat devletin arkasına aldığı uluslararası
toplumun desteği ile üç yıldır ülkesine, milletine belki de dünya tarihinde eşi
benzeri görülmemiş bir zulüm uyguluyor.
Bu yetmiyormuş gibi Mısır’da demokratik yolla seçilmiş olan bir
devlet başkanı askeri darbe ile devrilerek yeni bir kaotik İslam ülkesi daha
oluşturuldu.
Kendini dünyaya her bakımdan insancıl olduğunu ve insani
değerlere, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne sahip çıktığını lanse eden
uluslararası toplum maalesef bu hususta ne kadar samimiyetsiz olduğunu
defalarca göstermiştir.
İslam âleminin içinde bulunduğu bu acı tablo karşısında kangren
olmuş sorunların çözümünde sadece temel ihtiyaçlar konusunda insani yardımla
kalıcı çözüme ulaşmak mümkün olmadığı gibi aynı zamanda sürdürülebilir de
değil.
İnsani yardım kuruluşları bugüne kadar yapmış oldukları maddi ve
gıda yardımının yanında acaba insanlık adına diyalog yolunu ve sivil toplum
kuruluşlarının destek ve gücünü de yanına alarak bir çözüm süreci
başlatabilirler mi sorusu akla geliyor.
Bu konuda bizzat BM gibi uluslararası kuruluşların yapamadığı
bir görevi sivil tolum kuruluşlarının yapması biraz zor olabilir, fakat birer
arabulucu görevi üstlenerek taraflar arasında barış görüşmelerini
başlatabilirler.
Çünkü BM’nin bu sorunları
hal yolunu açacak adil ve samimi bir yapılanması yok.