Uluslararası Kaynak Paneli’nin, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ev sahipliğinde yapılan toplantıya göre, yıllık tabii kaynakların tüketimi 2050 yılına kadar üçe katlanarak 140 milyar tona ulaşmış olacak.
22.10.2018 tarihli
OECD Küresel Kaynak Görünüm 2060 Raporuna göre ise, küresel ekonomi büyüdükçe
ve yaşam standartları yükseldikçe dünya çapında ham madde tüketimi 2060 yılına
kadar ikiye katlanmış olacak. Mevcut durumda 90 gigaton olan kaynak tüketimi
2060 yılında 167 gigatona yükselecek. Dünya nüfusu 10 milyara yükselirken kişi başına ortalama gelir 40.000 dolara yükselmiş olacak.
Zorlukları ele alacak
somut önlemler olmaksızın biyokütle, fosil yakıtlar, metal ve metal olmayan
mineraller gibi ham maddelerin çıkarılması ve işlenmesindeki öngörülen büyüme
hava, su ve toprak kirliliğini muhtemelen kötüleştirecek ve iklim değişikliğini
önemli ölçüde tetikleyeceği tahmin ediliyor.
Bu gidişatın ise sürdürülemez olacağı ifade ediliyor…
Bozulan çevrenin ve
ekolojik dengenin bir diğer önemli zararı ise bitkilerdeki tozlaşmayı sağlayan
popülâsyonların zarar görmesi.
Dünyanın çoğu arı
kolonilerinin bulunduğu bölgelerde endişe verici oranda azalma eğiliminde
olduğu gözleniyor.
Bu eğilimin tozlaşma
hizmetlerini kayba uğratması açısından tarımsal verimlilikle olan bağlantısı
UNEP liderliğinde değerlendirilerek çiçeklenen bitkilerin azalmasından, haşere ilaçlarına ve hava kirliliğine kadar 12 muhtemel faktörün önemine dikkat
çekiliyor.
Tarım ve gıda
üretimini olumsuz bir şekilde etkileyecek bu tehlikeyi bertaraf etmek için
gerekli önlemlerin alınması insanlığın geleceği açısından hayati bir önem
taşıyor.
Günümüzde küresel
olarak yaklaşık bir milyar insanın açlık çektiği bir dünyada ekosistemlerin ve
arı kolonilerinin korunması ve sürdürülmesi hususunda yeterli tedbirlerin
alınmaması durumunda, gelecekte ciddi oranda gıda sıkıntısı çekilmesine yol
açacağı tahmin ediliyor.
Bunun için ekosistem
projeleri ve bölgeleri oluşturmak ve korumaya almak gerekiyor.
Böyle bir çalışma
sürdürülebilir tarım ve gıda açısından hayati önem taşıyor.
Sosyal, ekonomik ve
çevresel kazançları maksimize edecek bir şekilde mevcut olan ekonomik
modellerin düzenli reformuna, kapsamlı bir yaklaşım tanımı ile yeşil ekonomiye
geçişin sürdürülebilir gelişme için ticareti hızlandıracağı, gerçek bir fırsat
sunacağı umuluyor.
Bu dönüşümün ayrıca
çevresel olarak doğru teknolojiler ve hizmetlerin transferi için bir kanal
olarak ticarete hizmet edeceği ve tüketicileri düşük bir maliyette çevresel
ürünler ve hizmetlerin bir çeşidine daha büyük bir erişimini sağlayacağı
öngörülüyor.
Bu nedenle enerji
sektörü bunların en önde geleni ve en önemlisi olarak görülüyor.
Çünkü çevreyi olumsuz
yönde etkileyen etmenlerden biri ağırlıklı olarak kullanılan fosil kaynaklı
enerji türü ve buna ilaveten tabii sermayeye gereken özeni göstermeyen,
kirleten üretim sistemi.
Temiz enerji türü
olan hidroelektrik, rüzgâr ve güneşe dayalı enerji üretim modelini ve üretim
tesislerini artırmak söz konusu olumsuzluktan kurtulmak için uygun bir yol olarak
görülüyor.
Sanayimizi
yenilenebilir ve temiz enerjiyle çalışır bir yapıya dönüştürmek ve bu alanda
dünyanın önde gelen ülkelerinden biri haline gelmek, hem ülkemiz ve hem de
komşu ve diğer ülkelerin bu alandaki teknoloji ihtiyacını karşılamakla ülke
ekonomisine önemli katlılar sağlanmış olacak.