8 Ekim 2015 Perşembe

Bölgemizdeki fiili durumun asıl nedeni


 
 

Bölgemizde ülkemizi de yakından ilgilendiren sınırdaş olduğumuz ve yakın çevremizdeki ülkelerde meydana gelen istenmeyen olayların hikâyesi aslında uzun.

Mesele hep gelip Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasına ve sonrasında oluşan çok sayıda devletlerin yönetim şekline dayanıyor.

Osmanlı İmparatorluğu bilindiği gibi iç ve dış düşmanların işbirliği neticesinde parçalandı.

Bu hain plan yine uzun yıllardır ülkemiz üzerinde oynanıp duruyor!

Yıllardır beyinlerin yıkanıp; akılcı düşünme, merhamet ve insanlık duyguları köreltilmişlerle, asırlardır bu topraklar üzerine birlikte yaşan milleti ırkçılığı ön plana çıkararak parçalara ayırma hilesini biliyoruz!

Şimdi yaklaşık bir asırdır bölgemizde yaşanan olayların seyrine kısa bir analitik yaklaşımla baktığımızda bugünkü mevcut duruma neden gelindiği daha iyi anlaşılır.

Temelleri sağlam bir kurumsal yapı üzerine oluşturulmamış olan yönetim şekli bu ülkelerde yaşanan istikrarsızlığın asıl nedenini oluşturmuş.

Sonrasında bu durumu daha zayıf duruma getirme süreci ise baba Bush’un 1990-1991 yılında “suyumu bulandırdın” anlayışıyla Irak’ta başlatılmıştı.

ABD’nin binlerce kilometrelerce uzaktan gelip akla mantığa sığmaz bahanelerle Irak’ı işgal etmesi, ki o zaman 11 eylül senaryosu ve saldırısı henüz olmamıştı, bölgede yaklaşık çeyrek asırdır devam eden kaosun önemli adımını oluşturmuştur.

Bu aynı zamanda bölgede bulunun diğer güçleri huzursuz ve rahatsız eder.

Baba Bush’un Irak’a açtığı ilk savaş yetmiyormuş gibi, 2003 yılında oğul Bush eften püften bahaneyle daha büyük olan saldırıyı koalisyon güçleriyle yaparak bugünkü Irak’ı oluşturdu.

O günden bugüne Irak mezhep çatışmalarının ve terör örgütlerinin kaynağı olurken, yüzbinlerce insanın da hayatından, yerinden yurdundan olmasına neden oldu.

Çevremizdeki bölge ülkelerinin 4-5 sene öncesinde başlattığı çok geç kalmış demokratikleşme hareketi maalesef uluslararası toplumun “istemezük” anlayışıyla kadük kaldı.
Bu yetmiyormuş gibi bölge iyice istikrarsızlığa sürüklendi.

İşte bölgemizde komşu ve çevre ülkelerde yaşanan istikrarsızlık ve iç çatışmaların ana kaynağı da bu yaklaşımdan ileri geliyor.

Bir asır öncesinde bağımsızlıklarına kavuşan bu ülkeler eğer aşiret anlayışlı değil de bütün dünya ile entegre olabilecek kurum ve kurallarıyla demokratik bir düzen kurmuş olsalardı, bugün bu ülkelerde ve bölgemizde bu kargaşa ve savaşlar büyük ihtimalle olmayacaktı.

Fakat bu ülkelerin aşiret ve monarşi esaslı yönetim anlayışı, ülkelerinin ve insanlarının geleceğini değil de, kendi dar çevrelerini düşünmeleri hem kendileri ve hem de ülkeleri için hoş olmayan neticelere yol açmaktadır.

Kendi topraklarının asıl sahiplerine akıl almaz, hak ve hukuk tanımaz bir anlayışla muamele yapan Suriye’nin zalim lideri bunun en çarpıcı örneği.

Sırf kendi istikbalini korumak için 5 yıldır insanlarına yaptığı zulüm ve yüzbinlerce masum insanı katledişi defalarca kayıtlara geçmiş ve tescil edilmiştir.

Ülkesini ve insanlarını kendi menfaati için başka bir işgalci devlet olan Rusya’ya peşkeş çekmiştir.

Kendi geleceğinin garantisinin olup olmayacağına rağmen…

Kendi ülke insanın iradesine saygı duymamış ve güvenmemiş; ülkesini de, insanını da, iradesini de başka bir emperyaliste teslim etme derekesine düşmüştür.

Rusya’nın fiilen Suriye’deki iç savaşa müdahil olması ve sınırlarımızı ihlal etmesi bölgedeki istikrarsızlığa yeni bir boyut katmıştır.

Bugüne kadar dolaylı olarak yaptığı desteği artık bizzat dâhil olarak yapmaya başlamıştır.

Adeta ABD’ye “sen kilometrelerce uzaktan gelip Irak’a müdahale edersen, ben neden çok daha yakındayken böyle bir müdahalede bulunmayayım” demektedir.

Analistler Rusya’nın bu tutumumu Batı politikasının Suriye’de çöktüğünü göstermek istediği şeklinde yorumluyorlar.

Rusya’nın Suriye yönetimine yardım amacıyla bu ülkeye yığınak yapması, batılı ülkelerin bölgede çözüm bekleyen demokratikleşme sürecini sürüncemede bırakmasının neticesidir.

Eğer Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki demokratikleşme hareketine batılı ülkeler destek vermiş olsalardı, bugün bölgedeki istikrarsızlık olmayacaktı.

Bölgede yaşanan gelişmelerde ilk suçlu bugüne kadar ülkelerinde demokratikleşme hareketini yapmayan söz konusu ülkelerin kendi yöneticileridir.

Sonrasında bunu bir avantaj olarak değerlendiren ve kendileri için bir sömürü ortamı olarak gören batılı ülkelerdir.

Bununla da yetinmeyen batılı güçler ve uluslararası toplum bölgedeki demokratikleşme hareketine maksatlı olarak destek vermeyerek ve bu hareketi maksadından saptırarak bugünkü fiili durumun baş müsebbibi olmuşlar…