Bölgemizde ülkemizi de
yakından ilgilendiren sınırdaş olduğumuz ve yakın çevremizdeki ülkelerde meydana
gelen istenmeyen olayların hikâyesi aslında uzun.
Mesele hep gelip Osmanlı
İmparatorluğunun yıkılmasına ve sonrasında oluşan çok sayıda devletlerin
yönetim şekline dayanıyor.
Osmanlı İmparatorluğu
bilindiği gibi iç ve dış düşmanların işbirliği neticesinde parçalandı.
Bu hain plan yine uzun
yıllardır ülkemiz üzerinde oynanıp duruyor!
Yıllardır beyinlerin
yıkanıp; akılcı düşünme, merhamet ve insanlık duyguları köreltilmişlerle, asırlardır
bu topraklar üzerine birlikte yaşan milleti ırkçılığı ön plana çıkararak
parçalara ayırma hilesini biliyoruz!
Şimdi yaklaşık bir
asırdır bölgemizde yaşanan olayların seyrine kısa bir analitik yaklaşımla baktığımızda
bugünkü mevcut duruma neden gelindiği daha iyi anlaşılır.
Temelleri sağlam bir kurumsal
yapı üzerine oluşturulmamış olan yönetim şekli bu ülkelerde yaşanan
istikrarsızlığın asıl nedenini oluşturmuş.
Sonrasında bu durumu daha
zayıf duruma getirme süreci ise baba Bush’un 1990-1991 yılında “suyumu
bulandırdın” anlayışıyla Irak’ta başlatılmıştı.
ABD’nin binlerce kilometrelerce
uzaktan gelip akla mantığa sığmaz bahanelerle Irak’ı işgal etmesi, ki o zaman 11
eylül senaryosu ve saldırısı henüz olmamıştı, bölgede yaklaşık çeyrek asırdır devam eden kaosun önemli adımını oluşturmuştur.
Bu aynı zamanda bölgede
bulunun diğer güçleri huzursuz ve rahatsız eder.
Baba Bush’un Irak’a
açtığı ilk savaş yetmiyormuş gibi, 2003 yılında oğul Bush eften püften
bahaneyle daha büyük olan saldırıyı koalisyon güçleriyle yaparak bugünkü Irak’ı
oluşturdu.
O günden bugüne Irak mezhep
çatışmalarının ve terör örgütlerinin kaynağı olurken, yüzbinlerce insanın da hayatından,
yerinden yurdundan olmasına neden oldu.
Çevremizdeki bölge ülkelerinin
4-5 sene öncesinde başlattığı çok geç kalmış demokratikleşme hareketi maalesef
uluslararası toplumun “istemezük” anlayışıyla kadük kaldı.
Bu yetmiyormuş gibi bölge iyice istikrarsızlığa sürüklendi.
İşte bölgemizde komşu ve
çevre ülkelerde yaşanan istikrarsızlık ve iç çatışmaların ana kaynağı da bu
yaklaşımdan ileri geliyor.
Bir asır öncesinde bağımsızlıklarına kavuşan
bu ülkeler eğer aşiret anlayışlı değil de bütün dünya ile entegre olabilecek kurum
ve kurallarıyla demokratik bir düzen kurmuş olsalardı, bugün bu ülkelerde ve
bölgemizde bu kargaşa ve savaşlar büyük ihtimalle olmayacaktı.
Fakat bu ülkelerin aşiret
ve monarşi esaslı yönetim anlayışı, ülkelerinin ve insanlarının geleceğini
değil de, kendi dar çevrelerini düşünmeleri hem kendileri ve hem de ülkeleri
için hoş olmayan neticelere yol açmaktadır.
Kendi topraklarının asıl
sahiplerine akıl almaz, hak ve hukuk tanımaz bir anlayışla muamele yapan Suriye’nin
zalim lideri bunun en çarpıcı örneği.
Sırf kendi istikbalini
korumak için 5 yıldır insanlarına yaptığı zulüm ve yüzbinlerce masum insanı
katledişi defalarca kayıtlara geçmiş ve tescil edilmiştir.
Ülkesini ve insanlarını
kendi menfaati için başka bir işgalci devlet olan Rusya’ya peşkeş çekmiştir.
Kendi geleceğinin
garantisinin olup olmayacağına rağmen…
Kendi ülke insanın iradesine
saygı duymamış ve güvenmemiş; ülkesini de, insanını da, iradesini de başka bir emperyaliste
teslim etme derekesine düşmüştür.
Rusya’nın fiilen Suriye’deki
iç savaşa müdahil olması ve sınırlarımızı ihlal etmesi bölgedeki istikrarsızlığa
yeni bir boyut katmıştır.
Bugüne kadar dolaylı
olarak yaptığı desteği artık bizzat dâhil olarak yapmaya başlamıştır.
Adeta ABD’ye “sen
kilometrelerce uzaktan gelip Irak’a müdahale edersen, ben neden çok daha
yakındayken böyle bir müdahalede bulunmayayım” demektedir.
Analistler Rusya’nın bu
tutumumu Batı politikasının Suriye’de çöktüğünü göstermek istediği şeklinde yorumluyorlar.
Rusya’nın Suriye
yönetimine yardım amacıyla bu ülkeye yığınak yapması, batılı ülkelerin bölgede
çözüm bekleyen demokratikleşme sürecini sürüncemede bırakmasının neticesidir.
Eğer Ortadoğu ve Kuzey
Afrika ülkelerindeki demokratikleşme hareketine batılı ülkeler destek vermiş
olsalardı, bugün bölgedeki istikrarsızlık olmayacaktı.
Bölgede yaşanan
gelişmelerde ilk suçlu bugüne kadar ülkelerinde demokratikleşme hareketini
yapmayan söz konusu ülkelerin kendi yöneticileridir.
Sonrasında bunu bir
avantaj olarak değerlendiren ve kendileri için bir sömürü ortamı olarak gören
batılı ülkelerdir.
Bununla da yetinmeyen
batılı güçler ve uluslararası toplum bölgedeki demokratikleşme hareketine
maksatlı olarak destek vermeyerek ve bu hareketi maksadından saptırarak bugünkü fiili durumun baş müsebbibi olmuşlar…