Darbe geleneği ülkemizde nasıl peydahlandıysa özellikle Osmanlı
İmparatorluğunun son döneminde etkisini gösteriyor.
O zaman bir kısım güruh padişahı görevden alarak otoriteyi
yıpratmak için hanedandan bir başka isme görev vermekle kendini yetkili
görmüştü.
Bu kalkışmanın Osmanlı İmparatorluğuna çok zarar
verdiği ve Sultan II. Abdülhamit Han’ın görevden alınması imparatorluğun
çöküşünde önemli bir adım olmuştu.
Sonrası malum, imparatorluğun parçalanma yolu başlamıştı.
Cumhuriyet döneminde ise tek partili dönemde
ülkemizde darbe olmamış.
Ancak 1950 seçimlerinden sonra demokratik yolla
işbaşına gelen Adnan Menderes hükümeti sistemli bir şekilde 50’li yıllar
boyunca ordu içinde bir grup seçimle, millet iradesiyle işbaşına
gelen demokratik bir yönetimi görevden almak istemiş, neticede şartlar
olgunlaşınca 27 mayıs 1960 ihtilali yapılmıştı.
Sonrası biliniyor, merhum başbakan Menderes ve iki
arkadaşı haksız bir şekilde görevden alındığı gibi idam edilmişti.
Sonraki yıllarda 12 Mart 1971 yılı muhtırası ve
dönemin başbakanı Demirel’in istifa ettirilmesi.
Daha sonra ise 12 eylül 1980 darbesi geliyor; meşru
yönetim, millet iradesi darbe şartlarının oluşması için önceden planlanan mide
bulandırıcı olaylar bahane edilerek gasp edilmişti.
Tarihler 28 şubat 1997'yi gösterirken post-modern diye nitelendirilen bir başka darbe girişimi ile milli irade yine yara almış, dönemin başbakanı merhum Necmettin Erbakan istifa etmek zorunda kalmıştı.
Çok sayıda insan gerek darbe öncesi ve gerekse
darbe sonrası telafisi mümkün olmayacak bir şekilde mağdur olmuştu.
Ülkemizde millet iradesine yönelik yapılan saldırılardan
en ağırı olan 1960 ve 1980 darbeleri; bunlara yönelik tenkitler ve darbelerin
yanlışlıkları sürekli anlatılmıştı ki bir daha millet iradesiyle seçilmiş
iktidarlar antidemokratik ve insanlık dışı metotlarla görevinden
uzaklaştırılmasın.
Bu darbelerin arkasındaki güçlerin kim olduğu ve hangi dış güçler tarafından planlandığı ima edilmiş olmasına rağmen yine de bunlardan ders çıkarılmamıştı.
Onlarca yıl darbelerin yanlışlıkları, bir insanlık
suçu olduğu anlatılmasına rağmen, darbe psikopatları bu çirkin alışkanlıklarından
vazgeçmeyip bu hain alışkanlıklarını sürdürdüler.
Ülkemizin kalkınmasına ve gelişmesine önemli
darbeler vurduğu, itibarını zedelediği gibi, toplum psikolojisinde de önemli travmalar oluşturan
bu hain ve canice hareketten vazgeçmeyenlerin var olduğu 15 Temmuz’da bir kez
daha görüldü.
Daha da önemlisi 240'ın üzerinde vatandaşımız, milletin ve vatanın savunmasında kullanılması lazım gelen ağır silahlarla
şehit edildiler.
Bu sefer milletin kendi silahlarına hedefi oldu.
Bu darbenin en çarpıcı yönü artık insanlarımızın
canı pahasına da olsa darbeci canilere boyun eğemeyeceği, neye mal olursa olsun
bu canilere fırsat vermeyeceklerini gösterdi.
Eğer başarılı olsaydı bu seferki kalkışmanın
sonuçlarının çok daha kötü olacağı, ülkemizin belki bir Suriye ve Irak’tan da
daha kötü bir duruma düşme durumuyla karşı karşıya gelmiş olma ihtimaliydi.
Bu çirkin kalkışmanın baş aktörü ise Pennsylvania’da karargah kuran, kendi alçak ve eşi görülmemiş
hainliğini yüce dinimiz İslamiyet’i alabildiğine istismar eden, insan görünümlü,
fakat zerrece insanlıktan nasibini almamış o cani olduğu anlaşılmış...
Bu caninin aynı zamanda dünyadaki bütün darbelerin
planlayıcı ve uygulayıcısı olan CIA’in direktifleri doğrultusunda hareket
ettiği ayrı bir acı gerçek.
Kaynaklara baktığımızda sözde müttefikimiz olan ABD’nin
Merkezi Haber Alma teşkilatı olan CIA’nın dünya da çok sayıda darbe planları
yapıp gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Ülkemizdeki 1980 ihtilalinin de CIA tarafından desteklendiğini
şu ingilizce kaynak teyit ediyor;
U.S.
support of the coup was acknowledged by the CIA's Ankara station chief, Paul
Henze. After the government was overthrown, Henze cabled Washington, saying,
"our boys [in Ankara] did it."
1980 darbe sonrası CIA Ankara şefi Paul Henze Washington’a bağlanarak “bizim
çocuklar darbe yaptı” ifadesini kullanıyor.
İşin acı tarafı bu alçakça işe
girişenlerin ise emperyalistlere uşak olmayı tercih
etmeleridir.
Bu alçaklık şanlı tarihimize ve şanlı ordumuza
yakıştırılamaz.
Darbeye karşı olan ordumuzun asil temsilcilerini elbette bu
nitelemenin dışında tutmak lazımdır.
Üzerinde çok yönlü durulacak, araştırılacak,
soruşturulacak bir husus… ülke olarak bir daha bu tür menfur durumla karşılaşmamak için
darbe ekosistemlerinin hukuk sistemi içinde yok edilmesi gerekiyor…