Ülkemiz Batının ilgisini çekmeye devam edecektir, batılı
ülkelerin odak merkezinden uzaklaştırılmaz.
Ezeli ve ebedi olarak batı gayesinden vazgeçmez.
Bunun temel nedeni Türkiye’nin Osmanlı soyundan
olmasından ileri geliyor.
Osmanlı İmparatorluğu ise tarihi şan ve şerefle
dolu bir dönemi kapsamaktadır.
İmparatorluğun dağılmasıyla onlarca devlet
doğmuştur.
Fakat temeli, bakiyesi bizim ülkemizdir.
Dolayısıyla bu geçmişe sahiplenen ise bizim
insanımız ve ülkemizdir.
Sahip olduğu toprakları altıyüz küsur yıl adaletle
yönetmiş olması imparatorluğun şiarıdır...
Türk yönetiminin kendi değerlerine sahip çıkması,
bağımsızlığını perçinlemesi ve bu arada kalkınmasını sürdürülebilir bir yapıya
kavuşturması, bazı çevreleri rahatsız ediyor, bu bilinen bir gerçek.
Özellikle Ak Parti iktidarları döneminde bu
faaliyetlere yönelik çalışmaların artış göstermesi, bağımsızlığının gereği dik
duruşu sömürü çevrelerin rahatsız ettiği gibi aynı zamanda korkutmaktadır ki, bu korku gereksizdir!
Türkiye’nin son 14 yılda kazandığı bu kazanımlar
karşı güçler tarafından akamete uğratılmak isteniyor.
Türk insanının refahının artması ve huzur içinde olması istenmiyor.
Bunun en çarpıcı göstergesi ise son yaşadığımız,
öncekilerden çok daha acımasız ve kanlı olan darbe girişimidir.
Bu kanlı girişim çok şükür başarısız olmuş, fakat haksız
bir şekilde masum canlara mal olmuştur!
Eğer başarılı olmuş olsaydı, kim bilir daha ne kadar
masum insanın kıyılmış olacağını düşünmek ise insanı çok daha ürkütüyor.
Bu canice planlanan darbenin elbirliği ile önlenmiş
olması işin sevindirici tarafı olmuştur.
Sözde kendini dini bir lider olarak
dünyaya tanıtan fakat gerçekte sözde üstlendiği sıfatla uzaktan yakından ilgisi
olmadığı ise gün gibi aşikâr.
Siyasete bu derece bulaşmış, sürekli fitne ve
fesat odakları oluşturan bir zatın ise zaten İslam dini ile hiçbir ilgisi olamaz.
Artık bilinen bir gerçek var ne zamanki ülkemiz güçlenir
ve kalkınmasını hızlandırırsa bu ve benzeri kalkışmalarla karşı karşıya
getirilir.
Bundan sonra Türkiye’yi kendi başına bırakırlar mı,
sorusuna cevap ise; hayırdır!
Kendilerini savcı ve hâkim yerine koyan batılı
sömürgeci devletler ülkemiz üzerine daha fazla odaklanacaklardır.
Her fırsatta demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan
haklarını gündeme getireceklerdir.
Ellerindeki piyonlara mikrofonu uzatarak yalan yanlış, ağızların ne gelirse kusturacaklardır.
Aynı zamanda, bugün bölgemizde yaşanan çok sayıdaki
ülkede insan hakları ihlallerini hep görmezden gelmeye devam edeceklerdir.
Gerçek zalimleri ağızlarına almayacak, fiili insan
hakları ihlallerini ve antidemokratik yönetimleri hep göz ardı edeceklerdir.
Bu onların fıtratı gereği izleyecekleri
politikaları olmuş ve olmaya devam edecektir, bunu ispatlamaya gerek yok,
görünen köy kılavuz istemez…
Türk siyasi hayatı ve Türk demokrasisi çok badireler görmüş ve atlatmış.
Geçmişte bu doğrultuda yaşananlar gelecek için bir ders niteliğindedir.
Bu yaşananlardan ders çıkarılarak gelecek buna göre şekillendirilebilir, böylece ülkemiz daha az yıpratılmış olur ve daha istikrarlı bir şekilde hedeflerine ulaşır.
Bu son yaşadığımız kalkışmanın birçoklarına ders olmasını temenni ederiz.
Bundan sonra geçmişte yaşadıklarının ışığında bir
daha ülkenin siyasi ve benzeri istikrarsız bir duruma düşmemesi için ne
yapılmalı, sorusu akla geliyor.
Darba girişimleri ülkemizi uluslararası arenada
itibarsızlaştırma hareketi olduğu gibi aynı zamanda insani, sosyal, ekonomik
boyutları da olmaktadır.
Şanlı ordumuzun içindeki bir azınlık grubun son
kalkışmasının akamete uğraması (uğratılması) ülkemizin bir muz cumhuriyeti
olmadığını, emperyalist güçlerin sömürgesi olmadığını bütün dünyaya göstermiştir.