Uluslararası terör örgütü
DAEŞ’ın elde ettiği lojistik ve silah gücüne bakıldığında bugün birçok ülkenin
dahi elinde olmayan bir güce ve desteğe sahip olduğunu görmek mümkün.
Onlarca yıllık bir
geçmişi olan ülkelerin dahi fevkinde kapsamlı bir silah ve lojistik güce sahip olan bir
örgütün bu hale nasıl geldiği uluslararası kurumlar tarafından sorgulanması
gerekir.
En azından Birleşmiş
Milletler tarafından bu konunun araştırılıp soruşturulması gerekir.
Fakat bu tür hayati
konuların üzerine gidecek bir BM’nin varlığından da söz etmek maalesef mümkün değil.
Çünkü bugüne kadar hiçbir
uluslararası insani sorunu zamanında çözme başarısını göstermemiştir.
Bunun en belirgin örneği
Bosna katliamıdır.
Irak’ta on yılı aşkın
süredir devam eden iç huzursuzluk, yine Afganistan, Suriye, Libya ve diğer İslam
ülkelerinde yaşanan hak ihlalleri ve insanlık dramları günümüz dünyasının kabul göreceği bir durum değil.
Afrika’da yıllardır süren
terör faaliyetleri ve her gün hemen hemen patlamalar ve silahlı çatışmalarla
hayatını kaybeden yüzlerce masum insan var…
Her zaman söylediğimiz ve
söylenildiği gibi ülkemiz gerek konumu ve gerekse sahip olduğu devlet, asker ve
yönetim tecrübeleri açısından çok değerli birikimleri olan bir ülke.
Yıllardır terörle
mücadelesini sürdürüyor.
30-40 yıl önce ülkemizde
ırkçılık üzerinden ülkemizde başlatılan terör hadisesi ne bir Kürt meselesi ve
ne de bir hak meselesidir.
Fakat bu gerçeği
öncelikle bu yörede yaşayan bölge halkının iyi görmesi gerekiyor ki terör
örgütünün aldatmasına karşı dik durabilsin.
Bu yöre bugüne kadar hep bu örgüt
ve yandaşları tarafından istismar edilmiş ve sömürülmüştür.
Ne yazık ki sömürü düzeninin bölgemiz
üzerindeki hain emelleri bitmek bilmiyor.
ABD önderliğinde 2003
yılında sözde demokrasi ve özgürlük bahanesiyle Irak’ı işgal ederek bir terör
ülkesi haline dönüştüren koalisyon güçleri Suriye’deki durumu bir fırsat
bilerek 5 yıldır bu insanlık vahşetine göz yummaktadır.
DAEŞ isimli örgütün, arkasına büyük
güçlerin büyük desteğini alarak İslam Devleti aldatmasıyla bölgede zuhur etmesi de bölgemizi
iyice istikrarsızlaşma amacını güttüğünü artık hiç bir uluslararası kurum ve toplum inkar edemez.
Bölgemizde yaşanan bu
vahşet karşısında öncelikle koalisyon güçlerinin Irak’a verdiği sözde durması
gerekmiyor mu sorusu ve hesabı sorulması gerekir. BM genel kurulu sonbaharda toplanacak, bu toplantıya İslam ülkelerinin iyi hazırlanması gerekir.
Çünkü yıllar geçtikçe
koalisyon güçlerinin gerçek amacı iyice açığa çıkmış oluyor.
Koalisyon güçlerinin gerçek
hedefi bölgeye terör getirmek, vahşet getirmek kan ve gözyaşı getirmekten başka
bir şey olmadığı net bir şekilde anlaşılmıştır.
Türkiye yıllardır
mücadele ettiği bir kanlı terör örgütünden kurtulmak üzereyken başka bir
çokuluslu terör örgütün saldırılarına maruz bırakılmak isteniyor.
Şimdi Suruç’ta yaşanan bu
elim olaydan sonra bizler ülke olarak bu olaydan büyük rahatsızlık duyuyorken,
sömürgeci güçler de aynı ölçüde bayram ediyordur.
Her ne kadar görünürde
böyle olmadıklarını ifade etmek isteseler de söylemlerinde samimi olduklarını
göstermeleri için öncelikle Suriye’deki yaşanan vahşetlerin müsebbibi olan
yönetimin hemen yargılanmasını hiç vakit geçirmeden istemeleri gerekir.
Netice olarak emperyalist
güçlerin gerek ülkemiz ve gerekse tarihi birlikteliğimiz olan komşularımızda
her türlü istikrarsızlığı ve kargaşayı sürekli gündemde tutmak için yapmış
oldukları hain planları ne üç yıllık ve ne de 30-40 yıllık bir plan olduğu iyice anlaşılmaktadır.
Bu hain planlar Osmanlı
İmparatorluğunun yıkılması ve onun devamı olan bir planın uygulamaya konulmasından başka bir şey değil.
Bu belki komünist dönemde
bir süre askıya alınmış olabilir, bu tehlike ortadan kalktıktan sonra yeniden
canlandırılmak istendiğini görüyoruz.
Bir başka husus ise
Yemendeki çatışmalara destek veren ve Suriye'deki zalim rejimi destekleyen İran'la
ABD’nin yaptığı nükleer silah konusundaki anlaşma da aslında kafalarda soru işaretleri
oluşturmuyor değil!...
Türkiye'yi sarsmak isteyenler, zamanı gelince çok daha kötü bir şekilde sarsılacaktır.