Filistin ve Gazze, İsrail devletinin
kurulduğu tarihten beri, kan ağlıyor.
İsrail devleti işgal ettiği Filistin
topraklarında Filistinlilere 60 yılı aşan bir süredir eşi görülmemiş bir zulüm
uyguluyor. Tam kendilerine atfedilen, hem vuruyor hem ağlıyor, anlayışıyla zulmünü
arkasına aldığı dünya güçlerinin desteğiyle sürdürüyor.
İsrail devleti Filistinlileri
kendilerini ve topraklarını ilkel denilecek silahlarla savunduğu için bütün dünyaya terörist ilan edilmiş. Topraklarını işgal ettiği gibi, en tabii hakları olan kendilerini savunma (self-defence)
ve koruma haklarını da bu insanlara çok görüyor.
Filistin ve Gazze’liler İnsan Hakları bildirgesinde yer alan ve bütün ülkelerce
kabul edilmiş, başta yaşama hakkı olmak üzere her türlü
haklarından mahrum bir şekilde hayatta
kalmaya çalışıyorlar.
Yalan ve hile üzerine kurmuş olduğu savunma
politikasıyla, İsrail dünya kamuoyu ile dalga
geçiyor. Gerçekleri 60 yılı aşan bir süredir
saptırıyor.
Bu politikasında da bu tarihe kadar
da başarılı olmuş.
Çünkü arkasında Birleşmiş Milletler (BM)
ve süper güçler var.
Birlemiş Milletlerin haksızlık üzerine kurulmuş olan bu yapısı
sürdükçe ve arkasına aldığı güçlerin
taraflı tutumları devam ettikçe, İsrail devleti bu
vahşi ve insanlık dışı faaliyetlerini
sürdüreceğe benziyor.
Yarım asrı aşan bu insanlık dışı süreçte haksız
bir şekilde kazanan taraf, daha doğrusu Filistinlilerin hakkını gasp eden taraf hep İsrail olmuş.
Filistin ise işin başından beri yapmış olduğu yanlışlıklarla hem toprak ve hem de çok sayıda insanını kaybetmiş. Yaşadığı tarifsiz acıları da cabası olmuş!
Bu yanlışlıkla İsrail’in ekmeğine adeta yağ sürmüştür.
Gerek uluslararası toplum, BM ve
gerekse İslam ülkelerinin ciddi manada desteğini alamayan Filistin bugüne kadar kan kaybetmiş.
Belki de insanlık tarihinin en acılı ve
en fazla zulme uğrayan toplumu olma unvanını almış olacak.
İslam ülkeleri bu acılı ve kan ağlayan ülkeye gerek diplomatik ve gerekse maddi desteği verememişler.
Filistin toplumuna lider olan kişiler ise beklenen mücadele ve başarıyı gösterememişler.
Filistin’in bağımsız bir devlet statüsü kazanmasında yapılması gereken
çaba ve gayreti gösterememişler.
Sadece sloganvari demeçler vermekle
yetinmişler.
İslam dünyasının ve İslam ülkelerinin üyesi olduğu kurum ve kuruluşların etkinliğinden yararlanamamışlar.
İslam ülkelerinin sahip olduğu kuruluşların dinamik ve
güçlerini çalıştıramadıklarından, maruz kaldıkları
zulüm baskı ve insanlık suçu sayılan haksızlıkları sineye çekmek zorunda kalmışlar.
Zengin petrol ve doğal gaz yataklarıyla ellerinde bulundurdukları bu
imkânların stratejisini iyi belirleyemedikleri gibi, bu zenginlikler İslam ülkeleri yerine başkalarına akmış.
Vizyon ve misyon eksikliği, ufuk darlığı ve devlet olma
vasfı ve özelliğine yeterince sahip olamayınca ve
buna liderlikteki eksiklik ve yanlışlıklar
eklenince, İslam ülkelerinden beklenen ve olması
gereken performans elde edilememiş.
Devekuşu anlayışıyla hareket eden İslam ülkeleri, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ politikasına sığınmışlar. Susarak kendi küçük dünyalarının içinde kalmayı yeğlemişler...
Ateşkes sağlanabilir, bu bir müddet de sürebilir,
fakat kesinlikle sürdürülebilir olmaz!
Bu sadece şu an için mevcut tansiyonun düşmesini sağlar, göz boyamadan
öteye geçmez. Çünkü İsrail’in ezeli
emeli var…
Çözümün tek yolu BM’nin insanlığa ortaçağ bakış açısını değiştirip temsil ettiği değerleri hayata
geçirmesidir, bu da Filistinlilerin en tabii hakları olan asırlardır
üzerlerinde diniyle, diliyle, kültürüyle yaşadıkları kendi öz topraklarında Filistin devletinin kurulmasının kabulü ile
olacaktır.
Bunun için, BM ve BM’ye hâkim
güçlerin ortaçağ zihniyetinden kendilerini kurtarıp,
her fırsatta savundukları insani değerlere olan
samimiyetlerini göstermeleriyle olur.