17 Kasım 2012 Cumartesi

Filistin ve Gazze kan ağlıyor


 
 

Filistin ve Gazze, İsrail devletinin kurulduğu tarihten beri, kan ağlıyor.
İsrail devleti işgal ettiği Filistin topraklarında Filistinlilere 60 yılı aşan bir süredir eşi görülmemiş bir zulüm uyguluyor. Tam kendilerine atfedilen, hem vuruyor hem ağlıyor, anlayışıyla zulmünü arkasına aldığı dünya güçlerinin desteğiyle sürdürüyor.  

İsrail devleti Filistinlileri kendilerini ve topraklarını ilkel denilecek silahlarla savunduğu için bütün dünyaya terörist ilan edilmiş. Topraklarını işgal ettiği gibi, en tabii hakları olan kendilerini savunma (self-defence) ve koruma haklarını da bu insanlara çok görüyor.

Filistin ve Gazze’liler İnsan Hakları bildirgesinde yer alan ve bütün ülkelerce kabul edilmiş, başta yaşama hakkı olmak üzere her türlü haklarından mahrum bir şekilde hayatta kalmaya çalışıyorlar.

Yalan ve hile üzerine kurmuş olduğu savunma politikasıyla, İsrail dünya kamuoyu ile dalga geçiyor. Gerçekleri 60 yılı aşan bir süredir saptırıyor.

Bu politikasında da bu tarihe kadar da başarılı olmuş.

Çünkü arkasında Birleşmiş Milletler (BM) ve süper güçler var.

Birlemiş Milletlerin haksızlık üzerine kurulmuş olan bu yapısı sürdükçe ve arkasına aldığı güçlerin taraflı tutumları devam ettikçe, İsrail devleti bu vahşi ve insanlık dışı faaliyetlerini sürdüreceğe benziyor.

Yarım asrı aşan bu insanlık dışı süreçte haksız bir şekilde kazanan taraf, daha doğrusu Filistinlilerin hakkını gasp eden taraf hep İsrail olmuş.

Filistin ise işin başından beri yapmış olduğu yanlışlıklarla hem toprak ve hem de çok sayıda insanını kaybetmiş. Yaşadığı tarifsiz acıları da cabası olmuş!

Bu yanlışlıkla İsrail’in ekmeğine adeta yağ sürmüştür.

Gerek uluslararası toplum, BM ve gerekse İslam ülkelerinin ciddi manada desteğini alamayan Filistin bugüne kadar kan kaybetmiş.

Belki de insanlık tarihinin en acılı ve en fazla zulme uğrayan toplumu olma unvanını almış olacak.

İslam ülkeleri bu acılı ve kan ağlayan ülkeye gerek diplomatik ve gerekse maddi desteği verememişler.

Filistin toplumuna lider olan kişiler ise beklenen mücadele ve başarıyı gösterememişler.

Filistin’in bağımsız bir devlet statüsü kazanmasında yapılması gereken çaba ve gayreti gösterememişler.

Sadece sloganvari demeçler vermekle yetinmişler.

İslam dünyasının ve İslam ülkelerinin üyesi olduğu kurum ve kuruluşların etkinliğinden yararlanamamışlar.

İslam ülkelerinin sahip olduğu kuruluşların dinamik ve güçlerini çalıştıramadıklarından, maruz kaldıkları zulüm baskı ve insanlık suçu sayılan haksızlıkları sineye çekmek zorunda kalmışlar.

Zengin petrol ve doğal gaz yataklarıyla ellerinde bulundurdukları bu imkânların stratejisini iyi belirleyemedikleri gibi, bu zenginlikler İslam ülkeleri yerine başkalarına akmış.

Vizyon ve misyon eksikliği, ufuk darlığı ve devlet olma vasfı ve özelliğine yeterince sahip olamayınca ve buna liderlikteki eksiklik ve yanlışlıklar eklenince,  İslam ülkelerinden beklenen ve olması gereken performans elde edilememiş.
Devekuşu anlayışıyla hareket eden İslam ülkeleri, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ politikasına sığınmışlar. Susarak kendi küçük dünyalarının içinde kalmayı yeğlemişler...

*** 

Ateşkes sağlanabilir, bu bir müddet de sürebilir, fakat kesinlikle sürdürülebilir olmaz!

Bu sadece şu an için mevcut tansiyonun düşmesini sağlar, göz boyamadan öteye geçmez. Çünkü İsrail’in ezeli emeli var…

Çözümün tek yolu BM’nin insanlığa ortaçağ bakış açısını değiştirip temsil ettiği değerleri hayata geçirmesidir, bu da Filistinlilerin en tabii hakları olan asırlardır üzerlerinde diniyle, diliyle, kültürüyle yaşadıkları kendi öz topraklarında Filistin devletinin kurulmasının kabulü ile olacaktır.

Bunun için, BM ve BM’ye hâkim güçlerin ortaçağ zihniyetinden kendilerini kurtarıp, her fırsatta savundukları insani değerlere olan samimiyetlerini göstermeleriyle olur.