Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler küresel huzur ve
güveni tesis etmek için kurulmuş. Ancak bu misyonunu yeterince yerine
getiremiyor.
Getirememesinin önemli bir sebebi de bu kuruma hükmedenlerin
kurumu yanlış kullanmalarından ileri geliyor.
Bugün yeryüzüne bakıldığında insanoğlunun en tabii
hakkı olan söz konusu değerlere sahip olanların sayısı kitleler halinde giderek
azalıyor. Belik de kölelik döneminde bile görülmemiş insan hakları ihlalleri
yaşanıyor, çünkü bu ihlallerden beslenenler var…
Bırakın huzur ve güveni bir tarafa dünyanın birçok
yerinde can güvenliği dahi yok. zaten işkence türlerinin hedefi de dolaylı olarak insan hayatını bitirmeye yöneliktir.
Elbette huzur ve güvenin olmadığı ortam can
güvenliğini tehlikeye atar.
Bunun en bariz örneği ülkemizin sınır komşuları
olan Irak ve Suriye’de yıllardır devam ediyor.
Buralar işgal edilirken masum
insanlara yapılan insanlık dışı muameleler henüz gün yüzüne çıkarılmadı, adalet
yerini bulmadı. Adaletin yerini bulması ise bu kurumun adil çalışmasına bağlı.
Biraz uzak olan bölgelere baktığımızda zulmün ve
insan hakları ihlallerinin kol gezdiği ülkeler olan Afganistan, Yemen, Libya; ve
Myanmar’da yurtlarından zulümle uzaklaştırılan Müslümanların yıllardır en tabii
haklarından mahrum edildiklerini görüyoruz.
Birleşmiş Milletlerin (BM) huzur ve güveni tesis
etmek ve yeryüzü milletlerinin açlık, susuzluk ve diğer temel ihtiyaçlarını
temin etmek ve sürdürülebilir hale getirmek için uzun yılları kapsayan eylem
planları var.
Yine bu insani amaçlara yönelik günler ilan etmiş. BM’de
hemen hemen her gün bir insani konuda bir anma günü bulunuyor.
12 aralık 1997 tarihinde 52/149 nolu kararla BM
Genel Kurulu 26 haziranı İşkence Kurbanlarına Destek Günü olarak ilan etmiş.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, bugünün
anısına verdiği demecinde;
“İşkence bütün zamanlarda
kabul edilemez ve haklı görülemez, bu çirkin ve faydası olamayan uygulamayı
sonlandıracak kararlılığımız tekrarlayalım” ifadesini kullanmış.
Antonio Guterres açıklamalarına şöyle devam ediyor; "İşkenceye maruz kalan kurbanların
kişiliklerini yitirdiğini ve bunun doğuştan en tabii hak olan insan olma
saygınlığını kabul etmemek anlamına geliyor."
Geliyor gelmesine de bir de bu ortamı
hazırlayanlara ne demeli, bunlara piyon olanlara ne demeli?
Uluslararası hukuka göre, işkencenin tamamen
yasaklanmasına rağmen işkence dünyanın bütün bölgelerinde sürdürülüyor. Ülke
bazında işkencelerin ulusal güvenliği ve sınırları koruma nedeniyle işkence ve
zulmün diğer formlarının ve aşağılayıcı ve insanlık dışı muamelelere
kullanılmasına izin verildiğine işaret ediliyor.
BM başından beri işkence eylemini insanlar
tarafından başka inanlara uygulanmasını en iğrenç eylemlerden bir olarak da kınıyor.
Ancak şu önemli hususu unutmamak gerekiyor, o da
işkenceye başvuranlar, yargısız infazlara başvuranların aslında en önemli
özelliği, işkence yaparak kendi güçsüzlüklerini, zayıflıklarını,
kifayetsizliklerini ve yetersizliklerini örtmekten ileri geliyor. Bunlar meselelerini meşru
ve adil yoldan değil de vekalet savaşları yoluyla halletmeye çalışıyor.
Güç gösterisinde bulunan bu güruh aslında kendi
zavallılığını ifşa edip, bu şekilde varlıklarını sürdürmek istiyor...
İşkencenin bir günlük anmayla geçiştirilemeyeceği,
konun toplum kesimlerine anlaşılır bir şekilde anlatılması, neyin işkence,
neyin işkence olmadığı ve bu eylemin ağır bir insanlık suçu, hak ve hukuk ihlal meselesi olduğunun da anlatmak gerekiyor.