Sözde İslam devleti kurma aldatmacasıyla kanlı faaliyetlerini
sürdüren terör örgütü DAEŞ, bir diğer adıyla ISIS ne yapmak istiyor?
Gerçekten bir İslam devleti mi kuracak?
Bir terör örgütünün devlet kurması hayal mahsulü olmaktan öteye
geçmez.
Sadece bir macera, hem de çokuluslu kanlı bir macera.
Kimin adına hizmet ettiği, kimin adına çalıştığı hususunda
verilecek en mantıklı cevap ise bu işin arkasında emperyalistlerin hain
emellerinden başka birinin olmadığı.
Küresel emperyalistlerin derin güçlerinin oluşturduğu bu örgütün
üst seviye liderlerinin kesinlikle Müslüman olmadıkları veya İslamiyet’i kendi
hain emelleri için kullandığıdır.
Piyonları ise uluslararası kandırılmışlar güruhundan oluştuğu
intibaını veriyor…
Bu güne kadar baş kesme eylemleriyle bütün dünyaya tehditler
savuran bu örgütün gücü dünyanın ileri savaş teknolojisiyle mücehhez
ülkeleriyle baş edebilir mi?
Bu örgütle fiilen mücadele etmekte olan ülkeler aynı zamanda her
türlü iletişim, izleme, gözetleme ve tespit etme teknolojilerine sahip değil
mi?
Bu ülkeler istedikleri anda gerek bu örgütün ve gerekse diğer terör
örgütlerinin karargâhlarını tespit ederek yerle bir edemezler mi?
Gerçek böyleyken demek ki terörle mücadele konusunda çok büyük bir
samimiyetsizlik var!
Maksadın terör örgütü ile mücadele değil, ‘tavşana kaç tazıya tut’
politikasının uygulanmasından başka bir şeyin olmadığını anlaşılıyor.
Bir başka amaç ise, bu vesileyle silah baronlarının ürettikleri
yeni silahların test edilmesi ve satışının yapılmasıdır.
Tavşana kaç tazıya tut politikası uygulanırken bölgenin de iyice
istikrarsızlaştırılması amacı ortaya çıkıyor.
Osmanlı İmparatorluğun yıkılmasından sonra suni olarak çizilen
sınırların henüz gerçek bir şekline kavuşmamış olması, emperyalistlerin bölge
üzerindeki emellerinin tam olarak gerçekleşmemiş olması bölgeyi kendileri için
bir at oynatma alanı haline getirmiştir.
Bölgenin bu hale gelmesinde aynı zamanda bölge ülkelerinin özelikle
geçmiş dönemdeki liderlerinin önemli ölçüde gelecek vizyonundan yoksun olmaları
da yatıyor.
Vizyon eksikliği olduğu gibi, İslam ülkelerinin kendi aralarında
gerçek manada temel ortak meseleler üzerinde sağlam bir irade oluşturamamış
olmaları bugünkü tabloyu oluşturmuştur.
Millet iradesinin bu ülkelerin yönetimine yansımamış olması da
bölgedeki istikrarsızlığı tetikleyen bir başka unsur olmuş.
Özellikle son on yılda İslam ülkelerinde gerek Afrika ve gerekse
bölgemizdeki ülkelerde artarak tırmanan terör örgütü ve eylemlerini önleyecek ortak
dinamizmi hareketlendirememeleri de bir başka eksiklik.
İslamiyet’in ve Müslüman’ın terörle, terör eylemleriyle uzaktan ve
yakından irtibatı olmadığı konusunda sağlıklı savunmanın yapılmadığı bu hususta
ortak bir tavır alınmamasıdır.
Ağırlıklı olarak geçmişte Filistinlilerin topraklarını ve en temel
hak olan yaşama haklarını İsrail’e karşı savunmaları Müslümanların terörist
olarak nitelenmesine neden olmuştur.
O dönemde İslam ülkelerinin Filistinlileri yalnız bırakmaları
uluslararası ortamda bu mazlum insanları savunmamaları, bu insanların dünya
kamuoyunda haksız bir şekilde terörist olarak ilan edilmesine yol açtığı gibi,
aynı zamanda bu yanlış niteleme bütün Müslümanların dünya kamuoyunda potansiyel
terörist izlenimini oluşturmuştur.
Şimdi öncekiler yetmiyormuş gibi sözde İslam’ı savunan ve
İslam adına İslam’ın kabul etmediği cinayetler işleyerek sözde İslam devleti
kurma macerasına atılmış bir örgüt daha meydana çıkarıldı. Amacına ulaşamayacak, fakat geride bırakacağı tahribat büyüklüğü ne kadar olur, onu da zaman gösterecek.
ABD’nin bir açıklamasında mücadelenin üç-dört yıl süreceği
şeklindeydi.
Uluslararası güçler istediğinde ve kararlı olduklarında üç-dört
seneye gerek yok, günümüz teknolojik imkânlarıyla sadece üç-dört günlük süre
bütün terör örgütlerini bitirmeye yeter aslında. Bu da bu husustaki samimiyetsizliğin
açık bir göstergesi.