Bölgemizde yaşanan olaylara analitik bir gözle bakınca bunların arkasında yatan acı gerçekler daha da netleşiyor…
Irak uzun yıllardır
bombalarla yaşıyor, politik ayaklanmayla tuzağa düşürülen Suriye’nin zalim
lideri temsil ettiği ülkesinin iradesini kendi kişisel menfaati için sattığını;
Mısır’da ise küçük bir azınlığın menfaati için yine sömürgeci zihniyetin emrine
girmiş ve ülke insanlarının iradesini gasp etmiş bir darbeci yönetim görüyoruz.
Netice olarak geçici bir
menfaat için kendilerinin ve ülkelerinin iradesini ipotek altına aldıran bu
anlayışın ortaya çıktığını görüyoruz.
Her gün eşi görülmemiş vahşet örneği sergileyerek, kendi insanına paralı
askerlerle bombalar ve kurşunlar yağdıran bu zihniyetin arkasında ise sözde
insan haklarını, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunanlar var.
Küçük bir menfaat için
satılanlar geride yıllardır dinmeyen gözyaşı ve kanın yanında, harabeye dönmüş
bir ülke, açlık ve sefalet bırakmış durumdalar.
Bölgemizde oluşan bu dramatik
yapı ise bazılarının işini iyice kolaylaştırmış oluyor.
Taş atıp kolunu yormadan
amacına ulaşmak isteyeneler için çok uygun bir ortam oluşmuş oluyor.
Bir yandan uluslararası
toplumun dikkatleri mevcut yapı üzerine odaklanırken, diğer taraftan leş
kargaları için gün doğmuş oldu.
Hiçbir uluslararası kural
ve yasa tanımayanlar, kendilerine uluslar üstü bir statüde sayarak bildiklerini
okumaktadır geri kalmayacakları zehabına kapılmaktalar.
Dolayısıyla uluslararası
toplumun vurdumduymaz yaklaşımı uluslararası toplum düzeninin bozulmasına, ihlaline
ve çökmesine yol açmış ve açmaya devam edecektir.
Bu nedenle ne Birleşmiş Milletleri,
ne uluslararası hukuk, ne evrensel insan hakları, ne Uluslararası Ceza Mahkemesi
ve ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu nedenle kuruluş
amaçlarına ve ilkellerine uygun olarak icraat yapamamaktadırlar.
Bu kurumlar üstlenmiş oldukları
yükümlülükleri yaşanan insanlık dışı vakalar karşısında zaman zaman gözlerini,
zaman zaman kulaklarını ve vicdanlarını kapatarak yerine getirmeme anlayışı
içinde bulunuyorlar. Bu uluslararası adaletin tecelli etmesinde önemli bir
noksanlık oluşturuyor.
Bu nedenle uluslararası
hukuk ve uluslararası kurumların felç edildiği, icra yapamaz hale getirildiği
bir algı oluşuyor!
Birileri yayılmacı
politika anlayışıyla genişlemesini sürdürürken, bu oranda mazlum toplumlar
küçülmüş, öldürülmüş, yerlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmışlar.
Bu anlayışın sürmesi ve
sürdürülmesi ile küresel huzur ve güvenin tesis edilmesi zorlaştığı gibi, sözde
sahip çıkılan evrensel değerler de büyük yara almış oluyor.
Yani evrensel hukuk kuralları çarpıtılarak güçlünün hukukunun oluştuğu bir hukuk düzenine doğru mu gidiliyor, sorusu akla geliyor!