Vesayet oklarının yönünü ülkemiz üzerinden ayırmamış,
hep kontrol altında tutmuş. Cumhuriyet tarihinde yaşadıklarımız bunu
gösteriyor.
Oklar hep ülkemize yönelmiş olabilir. Ancak karşı koyacak güçlü kalkanlar
yapılınca emperyalist okları da hedefini tutturamayacağı gibi onlara yönelecek.
Millet iradesiyle işbaşına gelen yönetimler bu
oklara meşrutiyet içinde karşı koyabildiği kadar dayanabilmiş; ya da vesayete
boyun eğdiği sürece görevini sürdürmeye çalışmış.
Vesayet odakları emperyalistler adına bulundukları
görev ve kurumları istismar etmiş. Bu istismarlığı yaparken hep kahraman ve
vatansever edasıyla ortaya çıkmışlar.
Bunun önemli bir nedeni de piyon olarak
kullanılanların bağımsız bir ülkenin sahip olduğu temel değerlerinden yoksun
olmaları ya da bulundukları görevi layık-i vechiyle yerine getirememenin
eksikliğinden ileri gelmiş.
Ülkemiz istikrar ve güven içinde kalkınmasını sürdürürken
emperyalistlerin bu olumlu havayı bozmak için en çok kullandırdıkları
malzemeler ise; hürriyet, özgürlük, hukukun üstünlüğü, kişi hak ve
özgürlükleri, demokrasi ve benzeri kavramlar olmuş. Bu değerlerin yokluğu işlenmiş.
Bu kavramlar üzerinden emperyalist güçler ve
onların içerideki üst seviye piyonları ülkemiz kalkınmasını zaman zaman zaafa
uğratmış.
Bu zaaf durumu zaman zaman çok şiddetli olmuş ve
ağır sonuçları olmuş.
Bu tür bölücü ve kışkırtıcı girişimler sadece Cumhuriyet
döneminde değil, temelleri bilindiği gibi Osmanlının son dönemlerinde atılmış.
Bu hainler İmparatorluğu yıkmakla, İslam âlemini
parça parça etmekle kalmamış, bu alçak faaliyetlerini İmparatorluk sonrasında
kurulan Cumhuriyet döneminde de sürdürülebilir bir hale getirmek için gayret
sarf etmiş.
Bir başka ifadeyle bu işi kuramsallaştırmışlar.
Sürekli bir güç ülkemizin huzur, güven ve
istikrarını bozmak için Demokles’in kılıcı misali tepemizde tutulmuş.
Ne zamanki şartlar ülkemiz lehine bir rotaya
girmişse, bu kış uykusuna çekilen güçler hemen canlanmaya ve faaliyetlerini
sürdürmeye başlamış.
Bildiğimiz gibi ülkemizin birlik ve beraberliğine
karşı yapılan en önemli darbe hareket 27 mayıs ihtilaliyle olmuş.
İnsanlığı utandıracak yalan ve iftiralarla bir
millet iradesi ayaklar altına alınmış.
Bunla kalınmamış, öylesine bir kin ve nefret
oluşturulmuş ki bir başbakan ve iki bakanı haksız ve hukuksuz bir isnatla
darağacına gönderilmiş.
Hani, 12 eylül 1980 ihtilalı sonrasında ABD’nin içimizdeki
ajanı ülkesine kendi adına başarı haberini verirken, “Bizim çocuklalar ihtilal
yaptı” demişti. Demek ki bu tür alçakça işlerin arkasında ağırlıklı olarak dış
güçler bulunmuş.
Evet, bu süfli işlere teşne piyonlar var oldukça
emperyalist güçlerin bu tür hain emelleri de varlığını sürdürecek.
Ülkemizin birlik ve beraberliğini ve hatta vatansız
bir millet haline getirme kanlı girişimi en son bilindiği 15 temmuz 2016
yılında yapılmıştı.
Bu alçak girişim öncekilerden çok daha farklı
olmuştu, “vatan sevgisi” bu millete “yeter artık” dedirterek bu milletin ve
ülkenin silahlarını savunmasız insanlara çevirenlere karşı tek yürek, tek vücut
olarak, canını ortaya koyarak bu alçak teşebbüse karşı çıkmış başarılı olmuştu…
Elbette ki emperyalistlerin hain emelleri bitmez,
alçak ve kirli senaryo üretimine devam edeceklerdir.
Yapılması gereken ise piyonluğa zemin oluşturacak
ekosistemleri ortadan kaldırmak, bu işe teşne olanlara fırsat vermeyecek ortamı oluşturmak.
Zaten 15 temmuzdan sonra da bu doğrultuda darbe
ekosistemlerini yok edecek önemli çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Kurumsallaşmanın
sağlam temeller üzerine oturtulması darbe teşebbüssünde bulunacaklara fırsat
vermeyecektir.
Bunu ihlal edenler de hukuki çerçevede hasep verecektir. Kanlı 27
mayıs ihtilalının yıl dönümü vesilesiyle gerek Şehit Başbakanımız ve
bakanlarına ve gerekse 15 temmuz şehitlerine ve bütün şehitlerimize Allah’tan
rahmet diliyor, kabirlerinin pür nur olmasını temenni ediyoruz.