23 Kasım 2017 Perşembe

İttihat ve terakki zihniyeti



Hedefler hep saptırıldı.
Hedefler hep boş işlere yönlendirildi.
Hedefler hep bizi birbirimize düşürmek için kurgulandı.
Böylece kıymetli yıllar değersiz işlere harcanmakla heba edildi.
Asıl işler bir tarafa bırakılıp ilgisiz olanlara yönlendirildi.
Bunun için geri kaldı ülkemiz, bunun için yeterince kalkınamadı.
Bu saptırma sadece içerideki bir avuç azınlığa, ama çoğunlukla yabancıların işine geldi ve zenginleşmesine yaradı.
Bu şartlanmışlık cihan devleti olan Osmanlı döneminde başlatıldı…
Bu ülke değerlerine, kalkınmasına kim sahip çıksa sömürü güçlerinin bedava uşaklığına, piyonluğuna soyunanlar hemen devreye girdi.
Üstlendikleri görevle ilgili kişi veya kurumu yıpratmak oldu.
Kişi ve kurumları itibarsızlaştırmak oldu.
İttihat ve terakki zihniyeti beyinlere işlenmişti bir kez.
Bunu alt etmek kolay olmuyordu.
Adeta kanser virüsü gibi bünyeye işlemiş, bir hastalığa dönüşmüştü.
Bunun koruyucuları da hazırda bekliyordu.
Sömürü dünyasının işine gelmeyen kişi ve kurumlar hemen hedefe konulup onikiden vurulmaya çalışılıyordu.
Bu hastalığı yenmek için kararlı bir duruş gerekliydi.
Çünkü bu hastalık vesayet eğilimlilerin bağımlı oldukları bir hastalıktı.
Bu hastalık çalışarak, gelişerek, üreterek, kalkınarak kazanmak yerine vesayet zihniyetinin sunduğu kolaycılığı esas almıştı.
İttihat ve terakki zihniyeti son bulmadan ve hakimiyeti yok edilmeden sıkıntıların üstesinden gelmek mümkün olmayacaktı.
Kaynağında kin, garez, haset ve istemezük gibi olumsuz düşünce ve duyguları besleyen bu zihniyet bildiğimiz gibi Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının temel müsebbibi olmuştu.
Hiçbir kural ve değer taşımayan sadece azınlık bir gruba hizmet etmek ve sömürü dünyasının uşaklığını yapmaktan başka bir gayesi olmayan bu yapı Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra kurulan Cumhuriyet döneminde de varlığını sürdürdü.
Güçlü silahlar hemen devreye alınıp; “laiklik elden gidiyor, Cumhuriyet elden gidiyor, inkılaplar elden gidiyor, şeriat geliyor” naraları atıldı.
Oysa her şey yerli yerince duruyordu, buna rağmen bu silahlar ve bu silahlara piyon olanlar bu huylarından onyıllarca vazgeçmediler.
Neyi hedeflemişti bu zihniyet?
Analitik gözle bakıldığında bu zihniyet insanlık, doğruluk, dürüstlük, vatanseverlik, milli ve manevi değerleri adına ne varsa bu değerleri, bu değerlere sahip olanları hedef almıştı.
Bu değerlerin aksi olan bir yapıyı oluşturarak sömürü dünyası adına hizmeti sürdürmek esas alınmıştı.
Bu alçak anlayışın temel politikalarından biri hedefine koyduğu kurum ve kişiyi itibarsızlaştırmak olmuştur.
Bu faaliyet ile de nefret suçu işlenmiştir.
Bu güruh itibarsızlaştırma politikasını Osmanlının son döneminde uygulayıp Osmanlı padişahlarını hal ederek imparatorluğu güçsüzleştirdiği gibi; Cumhuriyet döneminde de millet iradesiyle iktidara gelmiş yönetimleri itibarsızlaştırıp ihtilaller yaparak halk iradesini hiçe saymıştı.
Hedefine kalkınmayı, gelişmeyi ilerlemeyi almak yerine anlamsız meselelerle gündemi işgal ederek, gerek kurum ve gerekse ülke olarak ülkemizin kalkınma ve gelişmesi önlenmişti.
Emperyalist ve sömürü dünyasının uşaklığına ve mankurtluğuna soyunan bu anlayış bu ülkenin asil evlatlarına ise kof kahramanlıkla kendini göstermiştir.
Bu anlayış kalleşliği ve hainliği bünyesinde barındırmakta olup, 15 Temmuz bu yapının en bariz en çarpıcı acı örneğidir!

Bunu iyi tanımak, iyi kavramak, iyi anlamak gerekiyor.
Bu hastalığın gelecek düşüncesi yoktur, anı kurtarmaktır; bundan kurtulmak ülkenin ve milletin tamamına kalıcı ve sürekli fayda sağlayacak.