Emperyalist güçler amaçlarına hep
kaleyi içerden feth ederek ulaşıyor.
En az iki asırdır ve hatta daha fazla
zamandan beri hain emellerini gerçekleştirmek için bu taktiklerini uygulamış
kendi adlarına da başarılı olmuşlar.
Geçmişte olduğu gibi bugün de; bunun çarpıcı
olduğu kadar, en acımasız örneklerini yakın çevremizde görüyoruz.
Yemen, Mısır, Suriye, Libya'da olan
bitenler sıradan olmayıp önceden yapılmış derin hesapların tezahüründen başka
bir şeyin olmadığını gösteriyor.
İşler batı dünyasının istediği
mecrada gitmediği zaman ellerinde tuttukları alternatif planları ve göz
bebekleri gibi korudukları batı yanlısı kuklalar hemen devreye alınıyor.
Mısır'da demokratik yoldan seçilen
ilk devlet başkanı bunların değirmenine su taşımayınca antidemokratik yoldan
görevinden alınarak yerine malum batı kuklası zat getirildi.
Suriye'deki hazır kuklaları ise
zulümde Guinness rekorlarına girecek bir rekortmenliğe doğru gidiyor. Bu çirkin rekorunu
da kendi vatandaşlarına zulmün en gaddar şeklini uygulayarak elinde tutuyor.
Emperyalist güçler için işlerine
gelmedi mi ne insan hakları, uluslararası hukuk ve ne de kurum ve kural tanımaz
olduklarını her fırsatta göstermişlerdir.
Bugün uluslararası alanda kabul
görülen temel uluslararası hukuk
kuralları altüst edilmiş, kimse bu zalime olumsuz bir şey
söylemiyor. Uluslararası toplumun uluslararası hukuka olan akıl almaz
duyarsızlığı bu hukuku dumura uğratmış. Uygulanır bir tarafı kalmamış.
Ellerinde çok sayıda suç unsuru
olduğu halde görmezden gelip bir bakıma zulme ortak olduklarını da dünya
kamuoyuna göstermiş bulunmaktalar.
Birleşmiş Milletlerin bu hususta çok
sayıda tespitleri, raporları var olmasına rağmen...
Libya'da yine 2011 şubat ayında
demokratik hayata kavuşmuş ülkeyi batı yanlısı ayrılıkçı bir şahıs ülkeyi kaos
ortamında tutuyor.
Bir de batı ülkelerine baktığımızda İslam
ülkelerinin bir çoğunda yaşanan ayrılıkçı, emperyalist güdümlü hareketlerin
hiçbirini görmüyoruz.
Çünkü bu ülkelerin insanları ve lider
konumunda olanları ülkelerinin ve kurumlarının yasalarına ve kurallarına sadık
kalıyor ve bulundukları makamları istismar etmiyorlar.
Bu tür hareketlerin olmamasının
nedeni bu ülkelerin kurum ve kuralların hiç hata kabul etmeyecek bir şekilde
oluşturulmuş olmasından mı ileri geliyor?
Ya da kurum ve kurallar istismar
edilmez bir şekilde mi düzenlenmiş?
Veya çalışanları paralel yapıların
değil de, mensubu bulundukları kurumların kurallarına harfiyen uyarak istismara
tevessül etmiyorlar.
Ülkelerine ve kurumlarına sadakat
örneği gösteriyorlar.
Yine hiç bir din adamı, görevlisi din
kisvesi altında politika yapmıyor ve kendi asıl göreviyle uğraşıyor.
Netice olarak mesele sadakat, doğruluk ve dürüstlük eksenine odaklanmaktan ileri geliyor. Üzerine düşen vazifeyi görev sınırları içinde kalarak en iyi şekilde yapmaktan ileri geliyor. Batılı ülkeler bu prensipleri kendileri için çok iyi koruyup uyguluyorlar.