Uzun
bir aday adayı ve adaylık maratonundan sonra ABD başkanlık seçimine az bir
zaman kaldı.
Her
iki parti adayı da seçimi kazanmak için kıyasıya mücadele verdi.
Uluslararası
politikanın belirlenmesinde önemli bir role sahip olan Amerika’nın yeni
başkanın seçilmesiyle bu politikasında bir değişiklik olacak mı sorusu gündemdeki
yerini koruyor.
Çünkü
dünyadaki olaylara baktığımızda insanlık insanlığını unutmuş, bazı bölgeler
adeta yangın yerine dönmüş.
Bugün
uluslararası toplumun benimseyip kabul ettiği temel insani değerlerin sadece
ismi var, bu değerler uygulanmasında ise maalesef eser yok diyebileceğimiz
durumu düşürülmüş.
Söz konusu
yerlerde zulüm artık günlük yaşantı halini almış, her gün Suriye’de, Irak’ta
onlarca masum insan; çoluk, çocuk, büyük küçük, savunmasız insanlar ya her
türlü desteği gören terör örgütleri, ya da zalim ve basiretsiz aynı zamanda
belli güçlerin oyuncağı olmuş yönetimler tarafından en ağır silahlarla
katlediliyor.
Bütün
dünya; uluslararası af örgütü, insan hakları örgütleri, uluslararası hukuki
kurumlar bu zulme seyirci kalıp görmezden geldikleri gibi, suçları başkalarında
arama çabasındalar.
Bu
hususta dünya kamuoyunu aldatmak için bütün maharetlerini gösteriyorlar…
Peki,
bölgemizde uzun yıllardır süregelen terör ve iç savaş dehşet ve vahşeti nelerin
habercisi?
Donald
Trump “Clinton kazanırsa 3. Dünya savaşı çıkar!” ikazında bulunuyor.
ABD
Cumhuriyetçi başkan adayı Demokrat başkan adayı Hilary Clinton’ı bu sözlerle
itham ediyor.
Trump
kendisinin kazanması durumda yapacağı işin DAEŞ’le mücadele olacağını söylüyor.
Trump
uygulayacağı bu politikayla, altı yılı aşan bir süredir Suriye’de devam eden ve
belki de insanlık tarihinin bugüne kadar görmediği insan hakları ihalelerini
göz ardı edeceği veya perdeleyeceği izlenimini veriyor.
Clinton
ise mevcut yönetimin politikasını sürdüreceğini ve terör örgütlerini dolaylı
olarak destekleyeceğini ifade ediyor.
Bir
anlamda Suriye yönetiminin kendi vatandaşlarına karşı 6 yıldır uyguladığı
zulmün devam etmesine yeşil ışık yakılıyor.
Demek
ki DEAŞ denilen cani örgüt emperyalist koalisyon tarafından bunun için
oluşturuldu.
Bataklığı
perdeleyip sineklerle uğraşmak için kuruldu!
Her
türlü insan hakları ihlalinin yapıldığı Suriye’deki 6 yıllık zulmü saklamak,
perdelemek için kuruldu.
Trump
Suriye’nin zalim lideriyle uğraşmak yerine DEAŞ’la mücadele etmeyi yeğlerken,
Suriye’deki zulmün devamına yeşil ışık yakıyor olmalı.
Ancak
Trump görünürde ABD emperyalist politikalarına karşı çıktığı izlenimi verdiği
için kendi partisinin duayenleri tarafından dahi istenmiyor.
Trump’ın
iddialarından biri de DEAŞ’ın görevini 20 Ocakta yeni başkana devredecek olan
Obama’nın kurdurduğunu söylemesiydi.
Göründüğü
kadarıyla ABD’nin milli ve dış politikasının kişilere odaklı olmadığı, başkan da
olsa kişisel inisiyatif kullanamayacağıdır.
Amerikan
dış politikasının önde gelen belirleyicilerin belli güçlerin yanında İsrail’in
de önemli rolü olduğunu unutmamak gerekiyor.
Ancak
Trump seçildiğinde farklı bir dış politika uygulamaya kalkışacağından olacak ki
kendi partisinin duayenleri dahi muhalif olmayı tercih edip, rakip partinin
adayı olan Clinton’ı destekleyeceklerini ifade ediyorlar.
Fakat
kim seçilirse seçilsin ABD’nin bölgemize yönelik dış politikasının kolay
değişmeyeceğidir.
1990
yılından itibaren bölgemizi istikrarsızlaştırma ve kaos ortamına çevirme
politikası daha ne kadar devam eder şimdiden görmek mümkün gibi değil! Çünkü ABD’nin
bölgeye yönelik politikası gelişmelere bağlı olarak oluşturulmuş bir politika
olmadığı, önceden planladığı komünist bloğun çöküşünden sonra adım adım
uygulamaya başladığı bir politika olduğu anlaşılıyor.
“Bu politika
nasıl çökertilir” sorusuna gelince, o da bölge devletlerinin karşı politikalar
hazırlayıp uygulamaya almalarına bağlı olacak.