Çözüm sürecinin başarıya ulaşmasında en büyük görev bölge
insanına düşüyor.
Bu sürecin sonucu hem bölge ve hem de ülkemizin bütünü için
hayati önem taşıyor.
Irkçılık üzerinden başlatılan ülkeyi kaosa sürükleme hareketi
süresince ülkemiz maddi ve manevi olarak büyük kayıplar gördü.
Çok sayıda insanımız hayatını kaybetti, bir hiç uğruna…
Uluslararası bir fitne projesi olan bu terör, emperyalistler
için bir ülke üzerindeki çirkin emellerin gerçekleştirilmesi amacıyla en kolay
ve en masrafsız olan bir usuldü.
Bu çirkin oyunu şimdi birçok İslam ülkesinde de ne yazık ki
görüyoruz.
Bunların içinde yine en yüksek sağduyuya sahip olan bizim
ülkemiz.
Terörün gelinen bu aşamasında çözüm sürecinin başlatılması ve böylece
bu hileli oyuna son verilmesinin hem bölge ve hem de ülkemiz için ve hem de ülkemizin
bulunduğu coğrafya için sayılamayacak kadar faydaları olacak.
Bu işte tek yol var o da terörün en kısa zamanda bitirilmesi…
Doğusuyla batısıyla, güneyi ve kuzeyi ile asırlardır birlikte
yaşamış ülkemiz sınırları içindeki etnik toplulukların birbirinden ayrılması,
ayrı sınırlara düşmesi düşünülemez.
Asırlardır et ve tırnak gibi birbirine yapışmış bütün etnik
unsurların ayrılmasının insana son derece acı vereceğini gibi, böyle bir
parçalanmanın yaşaması da mümkün olamaz.
Çünkü bu ülke bir bütün olup bir uzvunun koparılması diğer
uzuvlarının da kangren olmasına yol açacaktır…
Bu nedenle şartlar çözüm sürecinin olumlu bir şekilde sonlanmasını
zaruret haline getirmiştir.
Her ne kadar süreç başladığından beri birkaç sefer bazı anlamsız
gerekçelerle akamete uğratılmak istendiyse de bu husustaki kararlılık devam
etmekte.
Bu kararlılığın da başarıyla sonuçlanması artık bir zorunluluk
haline gelmiştir.
Gerek ülkemiz ve gerekse bölgenin istikrar ve huzuru için
başarıyla sonuçlanması gereken tek çıkar yoldur.
Aksini düşünmek ne ülkenin tamamı ve ne de bölge için hiçte
istenilen bir durum olmayacaktır.
Bugün Irak ve Suriye gibi komşumuz olan ülkelerde sürmekte olan
insanlık dramı; ve yakın civarımızdaki ülkeler olan Mısır ve Libya’da ki
demokratik olarak seçimlerin yapılmış olmasına rağmen bu ülkeler rahat
bırakılmamış, açıkça anti demokratik bir yola sürüklenmiş ve yıllardır beklenen
huzur ve güven ortamı tesis edilememiş.
Eğer emperyalist batı bu ülkelerde huzur ve güvene, insan haklarına,
hukukun üstünlüğüne saygı duymuş olsaydı ve bu değerlerden yana tavrını almış
olsaydı söz konusu ülkeler bugünkü kaos ortamına sürüklenmemiş olacaklardı. Yüzbinlerce
insan yok yere hayatını yitirmemiş olacaktı…
2003 yılında Irak’a demokratik rejim getirme gayesiyle giren
koalisyon güçleri bu düşüncelerinde zerre kadar samimi olmadıklarını
göstermişlerdir. Bugün Irak ve Suriye diye bir devlet sadece kâğıt üzerinde var
olup fiili olarak bu özelliklerini yitirmişler ve teröre teslim olmak
mecburiyetinde kalmışlar.
Bu ülke insanları birbirine düşürülerek en acımasız bir insanlık
dramına ortam hazırlanmış.
Her fırsatta insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü
terimlerini savunuyor görünen batı emperyalizmi aslında bu değerleri sadece
kendi menfaati olduğunda savunmakta.
Şimdi çözüm sürecine yönelik üç beş marjinalin zaman zaman
uygulamaya koymak istedikleri engelleme girişimlerine öncelikle bölge insanın
taviz vermemesi gerekiyor.
Bu marjinal azınlığın isteklerinin gerçekleşmesi halinde gerek
bölge ve gerekse ülkemiz açısından nasıl bir tehlikenin olacağını tahmin etmek
çok fazla zor değil!
Bugün yakın komşularımızın, özellikle Irak’ın yaşadığı içinden
çıkılmaz durumu unutmamak gerekiyor.